6 Şubat 2009 Cuma
Fethullah sicilli Emniyet İstihbarat Daire Başkanı uyardı; TGB’ye Dikkat!
Fethullah sicilli Emniyet İstihbarat Daire Başkanı uyardı; TGB’ye Dikkat!
Eylül ve Ekim ayı TGB açısından oldukça hareketliydi. Tayyip Erdoğan’ın ve Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in üniversitesi açılışlarında TGB tarafından protesto edilmesi bu hareketliliğin başlıca nedeni. Eskişehir’deki şehit cenazesinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün vatandaşlarca yuhalanarak törenden ayrılmaya zorlanmış ve TGB Gül’ü protesto etmiştir.
Bu eylemlerimiz kamuoyunda geniş yer buldu ve tartışıldı. Bu eylemlerimizin başarısı sırrı şüphesiz ki doğru ve net siyasetlerimizdir. Bu haklı ve doğru siyasetimiz sayesinde de Türkiye’nin en büyük gençlik örgütü olmayı başardık.
Yaptığımız merkezi toplantılarda, şubelerimizde yapılan toplantılarda gücümüzü büyütmeyi tartışmaya devam edeceğiz. Büyümenin muhasebesini yaparken dikkate alacağımız bir etken daha var. Karşımızdaki kuvvetin TGB’yi nasıl gördüğüdür.
Üniversiteler Tayyip’e dar geldi
Tayyip Erdoğan altı yıllık iktidarı boyunca ilk kez bu yıl üniversite açılışlarını katıldı. İlk olarak İstanbul Teknik Üniversitesi’nin açılışına katılan Erdoğan’ı öğrenciler “12 Eylül’ün çocuğu” diye karşıladı. Bu doğruydu ama Erdoğan’ın bütün Türkiye’nin bildiği gerçek kimliğini açıklamıyor. Tayyip, Büyük Ortadoğu Projesinin Eşbaşkanı görevlisidir. Bu sebeple o koltuğu işgal etmektedir.
15 Eylül günü TGB’nin Marmara ve Bahçeşehir Üniversitelerinde yaptığı “Hortumcu Başbakan ve BOP Eşbaşkanları dışarı” protestoları AKP’yi ve Sayın Eşbaşkanı oldukça rahatsız etmiş, TGB’nin sloganları salonun içinde yankılanınca protestoyla ilgili birkaç kelime edemeden devam edememiştir.
Ertesi gün Zaman, Vakit, Star ve Yeni Şafak gazeteleri de TGB’ye saldırarak bu rahatsızlığı gösteriyordu. AKP’de de bu protestoların nasıl bir etki yaratacağı belliydi. Çünkü Tayyip Erdoğan’ın en çok köşeye sıkıştırıldığı bir dönemde bu denli yakından protesto ediliyordu ve en yalın haliyle görevleri yüzüne haykırılıyordu. Çok geçmeden de AKP’deki sıkıntının boyutunu Ankara Üniversitesi’nin açılışında Hüseyin Çelik’ten öğrendik.
TGB üyeleri 6 Nisan günü Ankara Üniversitesi’nin açılışına gelen Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’i protesto etmişti. Açılış törenin ardından gazetecilere “bunların ağababaları içeride” açıklaması yapan Çelik, AKP’nin TGB’yi yakından takip ettiğini kanıtlıyordu. Çünkü o salonda TGB dışında başka grupların temsilcileri de Çelik’i protesto etmişti hatta daha gürültülü biçimde. Fakat Hüseyin Çelik için kimin kaç desibel sese sahip olduğu önemli değildi. “Burası Atatürk’ün Üniversitesi burada konuşamazsınız. Şehitlerimiz üzerinden siyaset yapamazsınız. Askerlerimizi ABD’ye peşkeş çektiniz.” diyen TGB üyesinin sözleri Çelik’in moralini bozmuş ve bu sözler üniversitelerin kimin olduğu gerçeğini AKP’nin bir kez daha düşünmesine neden olmuştur.
ABD’yle gizli anlaşmaya cevap cami avlusundan; YUH!
Ekim ayı içinde 15 Mehmetçiğimizin şehit edilmesi Türk Milletini olduğu gibi gençliği de derinden yaralamıştı. Şehit cenazelerinde en önde gençlerin olması milletimizin umudunu ve direncini arttırıyordu. Fakat artık 70 milyonun bildiği –işbirlikçiler daha iyi bilir- bir gerçek vardı. O da Mehmetçiğimizin katilinin Amerika olduğudur.
Gözü yaşlı şehit ailelerinin acısının duymamak, vatanına bağlı ve bu uğurda mücadele eden biz Türk gençliği için kabul edilemez bir şeydir. Bizim için kabul edilemez bir şey daha vardır ki o da Amerika’nın projelerinde görev alıp, Amerika’yla gizli anlaşmalar yapıp sonra da Amerika’nın beslediği ve eğittiği PKK kurşunuyla ölen Mehmetçiğin cenazesine gelip sahte gözyaşları dökmek. İşte biz bunu kabul edemeyiz.
15 Şehidimizden Jandarma Astsubay Hasan Önal’ın cenazesi Eskişehir’e getirildiğinde, diğer şehirlerde olduğu gibi Türk gencine yakışır bir şekilde TGB’liler Mehmetçiklerimize karşı görevlerini yerine getirmek üzere cenazeye katılmışlardır. Fakat bu cenazeye Abdullah Gül’ün de katılacağı haberini alan TGB’liler, yine Türk gencine yakışır şekilde hareket etmiş ve Amerika’yla anlaşmalar yapıldığı için Mehmetçiklerimizin öldüğünü pankartlara yazarak Gül’ü cenazeden ayrılırken protesto etmişlerdir.
Aynı cenazede Abdullah Gül cami avlusuna girdiği sırada vatandaşların yuhalamalarıyla karşılanmıştır. Camideki vatandaşların yuhalamaları ve TGB’nin protestosu üzerine devlet adamlığına yakışmayacak bir hareketle, yoldan geçen bir genci otomobilin camından parmakla göstererek de gözaltına aldıran Gül, bu yaşananlara alışmalıdır.
Ertesi günü gazetelerde Gül’ün protesto edildiği haberi geniş yer bulmuştu. Zaman ve Star gazetelerinin haberleri çarpıcıydı. Star Gazetesi’nde haber Zafer Kütük imzalıydı. Haberde Ergenekon’un şehit cenazelerinde provokasyonlar planladığı ve bunun da Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanlığı tarafından il emniyet müdürlüklerine bilgi notuyla gönderildiği ifade ediyordu.
Habere göre, EGM İstahbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek Bey bilgi notuyla yetinmeyip, şehit cenazelerinin kalkacağı il emniyet müdürlüklerini bizzat “TGB’ye dikkat” diye uyarmayı da ihmal etmiyordu.
Uyarıyoruz! TGB’ye dikkat edin!
Ramazan Akyürek’in çabası boşuna değil, TGB’ye dikkat edin! Çünkü TGB, Türkiye’nin ihtiyacı olan gençlik örgütüdür. Cumhurbaşkanı ve Başbakanı koltuğunda oturan kişiler Amerika’yla ast-üst ilişkinde olduklarını, o projelerde görev aldıklarını açıkça itiraf ederken, Türk Silahlı Kuvvetleri Amerikan tertiplerinde hedef alınırken TGB’ye dikkat edin!
Türkiye’de iktidar olan partinin laiklik karşıtı olduğu faaliyetlerin odağı haline geldiği Anayasa Mahkemesi tarafından tespit edilmişken, türbanla üniversiteler teslim alınmaya çalışılırken TGB’ye dikkat edin!
PKK’nın, “Büyük Müttefik” Amerika tarafından eğitildiği bütün dünya kamuoyunda bilindiği halde, Türkiye’nin istihbarat raporlarıyla bu belgeli olduğu halde, vatan evlatlarının Amerikan kurşunuyla öldüğü bilindiği halde Amerika hala müttefikse TGB’ye dikkat edin!
Türkiye’de, bize göre Amerikan’ın planlarını bozan, size göre müttefiklik ilişkilerinize zarar veren aydınlar, profesörler, askerler, siyasetçiler, gazeteciler gladyo diye tutuklanıyorsa ve bu kişiler gladyonun hedefindeki kişiler olduğu gün gibi gerçekse… Türkiye’de istihbaratın başındaki kişi Fethullah sicilliyse, Hrant Dink cinayetinin tertipleyicisiyse… Katili gladyo olan Uğur Mumcu’nun ağabeyi bu davada sanık avukatsa, bu davanın Türkiye’nin milli iradesini kırmaya yönelik bir tertip olduğu artık sizin taraftarlarınızca bile kabul edilir hale gelmişse… Ergenekon tertibiyle durduramadığınız TGB’ye dikkat edin!
Bizlerin hayallerini, hedeflerini sizin çocuklarınızla karıştırmayın. Babalarımızın saltanatının yiyicileri değiliz biz, emek vermeyi, hak etmeyi biliyoruz. Zaten ailelerimizin bir saltanatı yok. Böyle bir gençlik örgütüyüz. TGB’li olmak isteyenlere de bunu söylüyoruz. Haramzadecilik, köşe dönmecilik yazmaz kitabımızda. Çalışan, üreten bir toplum kurmak için, saltanatınızı yıkacağız. TGB’ye dikkat edin!
Bizden olan olmayanı ayrımını sizden öğrendik ama biz uygar Türk Milletinin evlatlarıyız. Ülkemizin bağımsızlığı, vatanımızın bütünlüğü için mücadele ediyoruz. Türkiye kazanacak biliyoruz. Amerika’yla müttefik değiliz. Batı’nın politikalarını kabul etmiyoruz. Kendi kararlarımızı kendimiz alırız. Türkiye’nin dünya ülkeleri arasında başı eğik değil, güçlü olmasını istiyoruz. Dünya ülkeleriyle eşitlik temeline dayanan ilişkiler kuran bir Türkiye’nin mücadelesini veriyoruz. Uygar bir millet olarak yeniden dünyadaki yerimizi almak istiyoruz. Böyle bir Türkiye isteyen, düşünen her genci mücadele etmeye çağırıyoruz. TGB’ye dikkat edin!
12 Eylül öncesinden büyük dersler çıkardık. Türkiye’nin bağımsızlığı, vatanımızın bütünlüğü konusunda bir araya geliyoruz, birleşiyoruz. Tehdidin büyük olduğunu gören gençler Türkiye’ye sahip çıkıyor, sahip çıktığımız aynı zamanda geleceğimizdir. Nasıl bir gelecek istiyoruz sorusuna tam bağımsız, kendi kararlarını kendi alan, üretim ekonomisine dayanan, millet olarak Cumhuriyet’le yönetilen bir Türkiye cevabı veriyoruz. Bu bizim karakterimizdir. Gençliğe hitabedeki görevimizi yerine getirmek için canımızı ortaya koyuyoruz. TGB’ye dikkat edin!
Üniversitelerde görevlerimiz
TGB’nin doğru siyasetlerle yapmış olduğu protestolar AKP’ye geri adım attırmayı başarmıştır. Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Üniversitesi’nin açılışına gelemeyişi TGB’nin eylemlerinin neticesinde gerçekleşmiştir. Bu kararlılığımızı sürdürmeye devam edeceğiz. Rektör Mesut Parlak’ın konuşmasında da belirttiği gibi üniversiteler cumhuriyetin kazanımlarıdır. TGB, üniversitelerin değil AKP’nin yıkılacağını ilan etmiştir.
AKP’nin TGB’ye tedbir alması boşuna değildir. Türkiye’de 60’lı yıllardan bu yana ilk kez bir gençlik örgütü bu denli kitleselleşiyor. Özellikle 12 Eylül’den sonra ilk kez bir gençlik örgütü hükümetle karşı karşıya geliyor. TGB’nin AKP’yle karşı karşıya geldiğini açıkça tespit edelim. Gençlik hareketinin önündeki sorun iktidarın Amerika’dan kurtarılması sorunudur. Türkiye’nin yeniden Atatürk’ün kurmuş olduğu devlet modelinde örgütlenmesi, bağımsızlık bayrağını en yukarıya dikilmesi en acil meseledir.
Bu konu üniversite gençliğinin büyük çoğunluğunun hem fikir olduğu konudur. Bunun üniversitelerde panellerle, sempozyumlarla, forumlarla tartışılması ve geniş öğrenci kitlelerinin bu fikir etrafında bir araya getirilmesi önceliklidir.
Ergenekon davası Amerika’nın mahkum edilmesi ve AKP’nin yıkılışı açısından yumuşak karındır. Bu davada elde edilecek başarı Türkiye’nin hanesine yazılacak bir başarıdır. Dikkatlerimiz davaya yoğunlaştırmalıyız.
TGB, Türk gençliğinin önünü açan berrak siyasetleriyle üniversitelerde güç kazanmaya devam etmektedir. Bu siyasetleri kitleselleştirmeyi esas almalıyız. Krizin daha da kendini hissettirmesi ve Silivri’de gladyonun mahkumiyetle sonuçlanması halinde, Türkiye 60 yıllık “Küçük Amerika” sisteminin çözümlerini arayacaktır.
Üniversitelerde Atatürk’ün bağımsız Türkiye’sinin kuruluşuna önderlik Türkiye Gençlik Birliği’nin omuzlarındadır.
Bu yazı Kırmızı Beyaz'ın Kasım 2008 sayısında yer almıştır.
MB
TGB Tayyyip'i Protesto etti
Türkiye Gençlik Birliği Marmara ve Bahçeşehir Üniversiteleri’nin Açılış Törenine katılan Recep Tayyip Erdoğan’ı protesto etmiştir.
TGB Genel Başkan Yardımcısı Mehmet BOZKURT basın açıklamasında şunları söyledi:
BOP’un Eşbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Üniversiteden Dışarı
Recep Tayyip Erdoğan adı, Almanya’daki Deniz Feneri davasının belgelerinde para alan kişi olarak geçmektedir.
Recep Tayyip Erdoğan’ın başında bulunduğu partinin tabelaları fındık üreticileri tarafından taşlanmaktadır. Ayrıca Anayasa Mahkemesi bu partinin laiklik karşıtı faaliyetlerin odağı haline geldiğini saptamıştır.
Recep Tayyip Erdoğan günlerdir basınla kavga ederek, hakkındaki eleştirileri cevapsız bırakmaktadır.
RTE Şimdi de üniversitelere gelmektedir. Tayyip Erdoğan’la, üniversiteler arasındaki çelişki de basittir.
Tayyip Erdoğanlar Türkiye’yi durdururken, üniversiteler Türkiye’nin nasıl ilerleyeceğine ve nasıl daha güçlü olacağına çare bulan kurumlardır. Mesele, Türkiye’yi durduranlarla, ilerletenler arasındadır.
Hepimiz çok iyi bilmekteyiz ki, üniversitelerin İktisat bölümlerinde ekonomiyi durdurmak, işçiyi işten atmak, çiftçinin anasına sövmek, esnafa kepenk kapattırmak ve yolsuzluk öğretilmez.
Üniversitelerin Hukuk Fakültelerinde ülkenin aydınlarına, Atatürkçü gençlerine karşı kanunsuzca tertipler düzenlemek ve bu kanunsuzluğun “savcısı” olmak öğretilmez.
Üniversitelerin İlahiyat Fakültelerinde inanç sömürüsüyle rant sağlamak, hanedanlık kurmak ve zevk içinde bir yaşam sürme öğretilmez.
Tayyip Bey, size hatırlatmak isteriz ki, Türkiye’nin hiçbir üniversitesinde Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesinde görev almak öğretilmez.
Bunlar suçtur!
Türkiye’de bunları anlatacağınız ne bir üniversite, ne ders vereceğiniz bir amfi ve ne de bunları dinleyecek bir Türk Genci vardır.
Faaliyetleriniz hesabının sorulacağı yer Yüce Divan’dır. Yolunuz açık olsun.
ATATÜRK GENÇLİĞİ GÖREV BAŞINDA!
CUMHURİYET ÜNİVERSİTELERİ DEĞİL AKP YIKILACAK!
15 Eylül 2008 Beyazıt'ta ve Beşiktaş'ta Tayyip Erdoğan protesto edildi.
Deniz Gezmişlerin idamının 36. yılında yapılan konuşma
Galatasaray Lisesi önünde TGB Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Bozkurt'un yaptığı konuşmadır.
Ülkemiz de yaşananlar Atatürk'ün Bursa Nutku'nda ifade ettiği gibidir. Ve o nutukta bahsedilen gençlikte bugün görev başındadır. TGB, Atatürk'ün yolundadır.
İstanbul'dan Ankara'ya üç bin gençle yürüyerek cumhuriyet tarihinin en büyük gençlik yürüyüşünü gerçekleştiriyoruz. Üniversite ve liseli gençliğini Atatürk'ün yolunda yürümeye çağırıyoruz.
Deniz Gezmiş 16-19 Mayıs tarihlerinde bizimle beraber Atatürk'ün yolunda yürüyecektir. Deniz'le beraber AKP'ye, Tayyip Erdoğanlara karşı birlikte yürüyoruz.
Türkiye'nin yiğit gençlerinin liderleri 36 yıl önce bugün idam edildi. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının mücadelesi önünde saygıyla eğiliyor ve onların uğruna ölüme gittikleri tam bağımsız Türkiye aşkı bugün biz gençlerin en büyük davası olduğunu ilan ediyoruz.
Neden 40 yıl sonra 68 gençlik hareketi ve Deniz Gezmiş yeniden Türkiye'nin gündemine gelmiştir?
Bu dönemde Deniz Gezmiş tarih sahnesine yeniden çıkması anlamlıdır ve doğrudur. Deniz, Türk Gençliğine yeniden önderlik etmektedir.
Ellerin Türk Bayrağıyla 6. filoyu denize döken Deniz Gezmiş'tir.
Samsun'dan Ankara'ya Mustafa Kemal yürüyüşü düzenleyip, Türk Bayrağını en önde taşıyan Deniz'dir.
Mücadelesinin emperyalistlere ve anti-Kemalistlere karşı yürüttüğünü söyleyen ve gençliği birleştiren tek yolun Atatürk'ün yolu olduğunu söyleyen Deniz Gezmiş'in kendisidir.
Ve Deniz'in, bugün onu ananlara bir tembihi vardır. İdam edileceği gün yazdığı mektupta bilimi unutmayın diyor. Çünkü Deniz dava adamıdır, efsaneleşen Deniz'i ancak bilimle aşılabileceğinin mirasını bizlere bırakıyor.
Türkiye'nin bağımsızlığını kazanmak için ölümü göze alacağı günler yaklaşmaktadır. Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül'ün görevlisi olduklarını açıkça itiraf ettikleri Büyük Ortadoğu Projesi ülkemizin bağımsızlığını ve bütünlüğünü tehdit etmektedir. İşte Irak'ta yaşananlar bu proje kapsamındadır. Amerika'nın hedefinde şimdi İran ve Türkiye vardır.
Hakkında kapatma davası açılan ve ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde Cumhuriyeti yıkmak ve ülkemizi ılımlı bir İslam devletine dönüştürmekle suçlanan bir yönetimin iş başında kalması, Türkiye için en önemli güvenlik sorunu haline gelmiştir.
Tayyiplerin çocuklarının hayatıyla, hayatımız arasında karar vereceğiz
Biz gençlerin geleceği Tayyip Erdoğanlar tarafından kararlaştırılamaz. Türk Gençliği'nin hayatı, Tayyip Erdoğanların çocuklarının hayatıyla karşı karşıya gelmiştir. Bir tarafta kapağı Amerika'ya atıp, gemicikler yüzdürenler. Diğer tarafta ise AKP'nin sosyal güvenlik yasası başta olmak üzere çıkardığı tüm yasalarla ve planlanan anayasa değişikliğiyle geleceğine ipotek koyulan biz Türk Gençliği. Elbette bu saltanatın bir sonu vardır. Tarih bu sonu yazmaya başlamıştır.
Tarih Damat Feritlerin, Vahdettinlerin sonunu 19 Mayıs 1919'da yazmaya başladı, Adnan Mendereslerin sonu malum... Türk Milleti iktidara geldiği günden itibaren Tayyip Erdoğan hakkında suç dosyasını tutmaya başlamıştı. Ve tarih Tayyiplerinde sonunu yazmaya başlamıştır. Cumhuriyet mitingleriyle başlayan bu süreç, Mehmetçik eylemleriyle devam etmiş son olarak emekçilerin eylemleriyle beraber tarihin saati işlemeye devam etmiştir. Açılan kapatma davası bu sonunun doruğudur.
Tarihimizde değişilmez bir olay vardır. O da büyük hesaplaşma günlerinde Türk Gençliği'nin tarih sahnesine çıkması. İşte bugün yine öyle olmaktadır. Belki de 1919'dan sonraki en anlamlı 19 Mayıs'ı yaşıyoruz. Çünkü Türkiye, Tayyip Erdoğanlarla yürüdüğü yolun sonuna gelmiştir. 19 Mayıs 1919'un bir sonunun başlangıcı ve bir milletin bağımsız yaşamaya karar verdiği gündür.
19 Mayıs 2008 de öyledir. AKP'nin sonunu ve Türk Gençliği'nin tam bağımsız olarak Atatürk'ün Türkiye'sinde yaşamaya karar verdiği gündür.
İstanbul'dan, tarihi Galatasaray Lisesi önünden, Deniz Gezmiş'lerin idamının 32. yılında, Atatürk'ün Samsun'a çıkışının 89. yılında TGB olarak ilan ediyoruz; Atatürk'ün yolunda Anadolu'ya geçiyoruz.
Atatürk'ün Türkiye'sinde, yeniden tam bağımsız bir ülkede tek bir millet olarak yaşamak için Amerika'nın ve Avrupa'nın denetiminden kurtulmak yeniden Atatürk'ün programını uygulamak kaçınılmaz olmuştur.
Atatürk, milleti tarafından yeniden keşfedilmektedir. Atatürk'ün genci Deniz Gezmiş'in bu dönemde yeniden gündemdedir.
Ülkemiz de yaşananlar Atatürk'ün Bursa Nutku'nda ifade ettiği gibidir. Ve o nutukta bahsedilen gençlikte bugün görev başındadır. TGB, Atatürk'ün yolundadır.
16-19 Mayıs'ta Milli İrade yürüyor
Türk Genliği, TGB'nin önderliğinde 16-19 Mayıs'ta İstanbul'dan Ankara'ya Atatürk yürüyüşü gerçekleştiriyor. 16 Mayıs cuma günü Yıldız Teknik Üniversitesi'nde çalıştayla birlikte başlayacak etkinlikler, 19 Mayıs günü Ankara'da Anıtkabir'de son bulacak.
Cumhuriyet tarihinin en büyük gençlik yürüyüşünü buradan kamuoyuna duyuruyoruz. Üniversite ve liseli gençliğini Atatürk'ün yolunda yürümeye çağırıyoruz. Deniz Gezmiş 16-19 Mayıs tarihlerinde bizimle beraber yürüyecektir. Deniz'le beraber AKP'ye, Tayyip Erdoğanlara karşı birlikte yürüyoruz.
Türk Gençliği Atatürk'ün yolundadır.
68'in mirası Tam Bağımsız Türkiye davası bugün bizlerin omuzlarındadır.
Söz konusu iktidar Bursu Nutku'nda belirtildiği gibidir ve Atatürk'ün anladığı Türk Gençliği'de 16-19 Mayıs'ta İstanbul'dan Ankara'ya doğru yürüşe geçmiştir.
Türk Gençliği'ne AKP'ye karşı yürümek yakışır!
Galatasaray Lisesi önünde TGB Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Bozkurt'un yaptığı konuşmadır.
22 Kasım 2007 Perşembe
"Hepimiz Mehmetçiğiz" Eylemlerinin Analizi ve Gençlik
Kahraman Mehmetçiklerimizin bölücü terör örgütü tarafından şehit edilmesi milletimizi derinden sarsmıştır. Yurdun dört bir yanında günlerce yürüyüşler, eylemler düzenlenmesi öfkenin ötesinde bir kararlılığın ifadesiydi. Türkiye, başındaki terör belasının merkezinin Amerika olduğunu ilk kez haykırıyor ve Mehmetçiğe kurşun sıkan merkeze “Hepimiz Mehmetçiğiz” diyerek cevap veriyordu.
Teröre karşı yapılan yürüyüşlerde dikkati en çok çeken ise gençliktir. Türkiye’nin dört bir yanında üniversiteler yürüyüşler düzenlediler. Lise öğrencileri okul formalarıyla eylemler gerçekleştirdiler. Rektörlerin ve okul yönetimlerin birçoğu en önde öğrencilerle birlikte yürüdüler.
Türkiye, Cumhuriyet Mitingleriyle birlikte bir yola girmiştir, şimdi ise bu yolda Mehmetçik olarak ilerlemektedir. Türk Gençliği’nin bugünkü durumunu değerlendirirken 12 Eylül darbesini bir milat kabul edebiliriz. 12 Eylül siyasi, ekonomik ve kültürel açıdan Türkiye-Amerika ilişkilerinde yeni bir sayfa açarken, yapılan darbe adeta gençliğin beynine indiriliyordu. Amerika, yaptığı darbeyle gençliği yozlaştırma, siyasetten uzaklaştırma ve vatansızlaştırma politikası izlemiştir. Küreselleşme çağında vatan, millet gibi kavramların içini boşaltmak Amerika’nın Türkiye’deki memurlarına verdiği birinci görevdir. Türkiye’deki memurları yetersiz kalınca zaman zaman da dışarıdan müdahale etmektedirler. Bunun en çarpıcı örneği ise Karen Fogg’tur. Fogg’u devreye sokarak üniversitelerde bir dünya faaliyet yürütmüşlerdir.
11 Eylül saldırılarının ardından üniversitelerin açılışlarında Amerika için rektörler, öğrenciler ayağa kalkarken, şimdi ise bu tablo tam tersine dönmüştür. Rektörler ve öğrenciler Amerika’ya karşı “hepimiz Mehmetçiğiz” diye haykırmaktadırlar. İşte bu Türkiye’nin fikir devrimidir. Bu devrime “Mehmetçik Devrimi” denilebilir ve denmektedir.
Amerika, 12 Eylül’le birlikte Türk Gençliğiyle yakından ilgilenmiştir. Eğitim sisteminden, müzik tercihlerine kadar bütün ayrıntıları ele almış ve milli kültüründen kopardığı bir gençlik kitlesi yaratmayı başarmıştır. Ama 2007 yılında da bir gerçeği keşfetmiş bulunuyoruz ki o da; Amerika 12 Eylül’den sonra tarihin en siyasi gençliğini de karşısında bulmuştur. Cumhuriyet Mitingleri Türkiye’nin dönüm noktası olmuş ve o mitinglere gençliğin yoğun katılımı dikkat çekmiştir. Cumhuriyet mitingleri adeta Türk Milletini yeniden diriltmiştir. Milyonlarca insanın alanlara toplanması, seferber olması bağımsızlığımıza ve cumhuriyetimize yönelik tehditlerin büyüklüğündendir. Eylemlere ruh veren sloganlarda da kitlelerin bilincindeki değişimi gözlemleyebiliyoruz.
Bu ağır tehditler Türkiye’nin hayat damarlarını tıkayan hastalıklı hücreler gibidir. Siyasi olarak Türkiye’nin bölünmez bütünlüğü diye ifade ettiğimiz bu durumda; Türkiye’nin yaşayabilmesi, damarlarında temiz kanın dolaşabilmesi için bir operasyona gitmek zorundadır. Her zor dönemin bir çıkışı vardır. Türkiye’de, içinde bulunduğumuz “Küçük Amerika” sisteminin alternatifi arayışı içine girmiştir. Bu durum ilk belirtisini Türkiye-Amerika ilişkilerinde gösterdi. Amerika’yı stratejik müttefik ilan edişimizle birlikte, bağımsızlığımıza ve egemenliğimiz ağır darbeler indirilmiştir.
Türkiye bu yaralarının tedavisinin Atatürk olduğunu keşfetmektedir. Türkiye, Amerika’dan uzaklaştıkça Atatürk’ü bulmaktadır. Bu durum Türkiye’nin yeniden ayağa kalkışı, kendini yenileyişidir. İşte bu süreçte Türk Gençliği lokomotif görevi görecektir. Üniversitelerimizden başlayan bu hareket Türkiye’nin siyasetinden, kültürüne, ekonomisine ve bilimine kadar her alanda kendini hissettirecektir.
Ülkemizin genç beyinleri Türkiye’nin sorunlarını çözen, engellerini aşan bilim projelerini ortaya koyarak bilime katkıda bulanacaklardır. Bu dönemin en kıymetli bilim çalışmalarının keşfedeceği gerçek; Tam Bağımsız Türkiye buluşudur.
Mehmet Bozkurt
Türkiye Gençlik Birliği
13 Kasım 2007 Salı
TGB LİSELİ KURULTAYI SONUÇ BİLDİRGESİ
TGB I. ULUSAL LİSELİ KURULTAYI SONUÇ BİLDİRGESİ
10 Kasım 2007 - İzmir
Türkiye Gençlik Birliği I. Ulusal Liseli Kurultayımızı 10 Kasım 2007′de Büyük Devrimci Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün aramızdan ayrılışının 69. yılında gerçekleştiriyoruz.
Türkiye Gençlik Birliği Liselileri olarak 10 Kasım’ın yas günü değil mücadele günü olduğunu, düşmanı denize döktüğümüz İzmir’den ilan ediyoruz.
1-) Kurultayımızı şu şart ve koşul altında gerçekleştiriyoruz; Ülkemizin bağımsızlığı, vatanımızın ve milletimizin bölünmez bütünlüğü, Cumhuriyetimiz, Amerika ve Avrupa destekli bölücülük ve irtica tarafından tehdit edilmektedir.
2-) Türk Gençliği tarih boyunca “düşman, vatanın bağrına hançeri dayadığında” her zaman milletinin umudu olmuştur. Kahraman Mehmetçiklerimizin Amerika destekli bölücü örgüt tarafından şehit edilmesine millet olarak “hepimiz Mehmetçiğiz” diyerek büyük bir cevap verdik
3-) Türkiye’nin dört bir yanında Lise Öğrencileri okul formalarıyla sokaklara döküldü. Söz konusu vatan olduğunda neler yapabileceğimizi tüm dünyaya göstermiş olduk. TGB’nin içinde bulunduğu ya da düzenleyicisi olduğu tüm yürüyüşler, o merkezde düzenlenen en büyük yürüyüşler olmayı başarmış, böylelikle TGB, çalışkanlığıyla, samimiyetiyle, disiplini ve Atatürk’ün izinden ayrılmayan kararlı politikalarıyla bir çekim merkezi olmuştur. Bu yolda durmadan yürüyeceğiz.
4-) Bu büyük hareketi tüm yurtta daha etkin kılmak için Liselerde Atatürkçü Düşünce Kulüplerini (ADK) yaygınlaştırmayı, var olan kulüpleri daha etkinleştirmeyi hedefliyor ve Lise Öğrencilerini bu büyük tarihsel sorumluluğu paylaşmaya davet ediyoruz.
5-) Lise Gençliğinin bağımsızlık mücadelesinin en etkin aracı olan, fikir tartışmalarımızı yürüttüğümüz ve okullardaki çalışmalarımızı tüm Türkiye’ye duyurduğumuz Genç Adımlar dergimizin 20 Kasım’da yeni sayısını çıkarıyoruz. Görevimiz, “Hepimiz Mehmetçiğiz” diyen, Atatürk’ün gösterdiği yolda ilerleyen arkadaşlarımıza Genç Adımlar’ı ulaştırmak ve okutmak. Liselerden yükselen mücadele bayrağını daha yukarıya taşıyacak ayrıca Lise öğrencilerinin ilgiyle takip ettiği, fikirsel ve görsel açıdan da etkin bir dergi hazırlamak şubelerimizdeki tüm Liseli arkadaşlarımızın en önemli görevidir.
6-) Ülkemizin umudu olan biz Türk Gençliği “söz konusu vatan olduğunda gerisinin teferruat olduğunu” çok iyi bilmekteyiz. Kendimize güveniyoruz, milletimizin yüreği ferah olsun. Bir gerçek var ki; bu ağır tehditlere ancak “birlik” olarak cevap verebiliriz.
Gün, dayanışma, bir olma günüdür.
Bugün Liseliler olarak vatanımıza hep birlikte sahip çıkmalıyız.
Yüreği vatan aşkıyla çarpan tüm arkadaşlarımızı Türkiye Gençlik Birliği’nde mücadele etmeye, seferber olmaya çağırıyoruz!
TGB’li Liseliler olarak;
Büyük Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptığı gibi; gençliği ve milletimizi emperyalizme karşı vatanımızın tam bağımsızlığı ve milletimizin bölünmez bütünlüğü temelinde, sağ-sol ayrımı yapmaksızın birleştirmeye ant içiyoruz!
Ya İstiklal Ya Ölüm! Tam Bağımsız Türkiye!
EY VATAN GÖZYAŞLARIN DİNSİN!
YETİŞTİK ÇÜNKÜ BİZ!
TÜRKİYE GENÇLİK BİRLİĞİ
25 Eylül 2007 Salı
Büyük Devrimci Önder Mustafa Kemal'in Anladığı Gençlik
FKF'den DEV-GENÇ'e Uzanan Pratik
Mart 1968’deki FKF 2. Kurultayı’nın 1968 Hareketi üzerindeki belirleyici önemi
1968 Hareketi’nin uluslar arası esin kaynakları ve toplumsal-siyasal nedenleri üzerinde durulmuştur.Ancak bu hareketin başarısını belirleyen, ideolojik ve örgütsel karakteri vurgulanmamış, hatta gözlerden kaçırılmıştır. Çünkü kamuoyundaki 1968 imgesini, 1968 çizgisini sürdürenler değil, 1971’den sonra 1968’e karşıt bir eylem çizgisine girenler belirlemiştir.
1968 gençlik hareketine damgasını vuran ideolojik önderlik, 23-24 Mart 1968 günleri toplanan FKF 2. Kurultayı’nda oluştu. Kurultaya sunduğumuz “Sosyalist Gençlik Bir araya, Eylemde Birlik, Tartışmada Hoşgörü” başlıklı program, TİP yönetiminin Sosyalist Devrim tezine tavır alıyor, Milli Demokratik Devrim stratejisini savunuyordu.
Kurultay, iki gün süren yoğun tartışmalarla geçti. Kurultayın başında yapılan Divan Başkanlığı seçiminde TİP’in başındaki Aybar-Aren-Boran yönetiminin desteklediği Osman Arolat 90’ın üzerinde oy alırken, Milli Demokratik Devrim stratejisini savunan gençlerin adayı Doğu Perinçek 40 oy aldı. İki gün süren yoğun tartışmalar, bu oy dengesini tersine çevirdi. Daha Kurultay’ın ilk günü akşamı, Doğu Perinçek önderliğindeki devrimci grup ağır basmıştır. Milli Demokratik Devrim stratejisini savunan grup, Kurultay’da şu görüşleri savundu:
1. “Milli Demokratik Devrim’i savunuyor” gerekçesiyle ihraç edilen Ankara Üniversitesi Ziraat ve Veteriner Fakülteleri Fikir Kulüpleri, FKF’ye geri alınmalı;İstanbul’da Deniz Gezmişler’in Devrimci Öğrenci Birliği (DÖB)’nin FKF’ye katılması sağlanmalı; böylece sosyalist gençlik bir araya getirilmeli.
2. FKF’nin emperyalizme karşı olan bütün gençlik örgütleriyle cephe birliği sağlanmalı
3. FKF, SBF’li küçük bir kliğin elinde, içine kapalı, pasif ve aynı zamanda gençlik kitlesiyle birleşmeyen sekter bir örgüt durumundan kurtarılmalı,; gençlik kitlelerinin mücadelesine önderlik eden aktif ve militan bir örgüte dönüştürülmeli.
4. Bütün bunları gerçekleştirebilmek için, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı bütün halkı ve bütün gençliği birleştiren ideolojik ve siyasal çizgi (Milli Demokratik Devrim stratejisi) tutarlı olarak benimsenmeli ve uygulanmalı.
Artık dönek olan bir grubun yıllardır işledikleri bir yalan var. Bu dönekler diyorlar ki, Doğu Perinçek ve arkadaşları, FKF’nin1968 Martı’ndaki 2. Kurultay’ını ideolojik mücadeleyle kazanmadılar; TİP yönetimi onların yönetime gelmesini istedi.
Oysa gerçek belgelidir. Doğu Perinçek ve arkadaşları, Kurultay’ı iki gün süren açık ideolojik mücadeleyle kazandılar. O kadar ki, bizzat TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar gelerek, Doğu Perinçek’in görüşlerine karşı bir saatten uzun bir konuşma yaptı. Hatta bazı oylamalarda kendisi Kurultay delegesi olmadığı halde, el kaldırarak arkadaki delegeleri yönlendirmek istedi. Yine TİP liderlerinden Sadun Aren, iki gün boyunca Kurultay salonundan ayrılmadı ve kulislere katkıda bulundu. Bütün bu çabalara rağmen, birinci gün akşamı artık Kurultay’ın iradesi belli olmuştu. TİP yöneticileri, sosyalist gençlik kitlesini karşıya almak veya Kurultayda beliren eğilimi sineye çekmek seçenekleriyle karşı karşıya kaldılar. Daha sonra öğrendiğime göre, aralarında yaptıkları toplantıda, Behice Boran ve Nihat Sargın, gençliği kaybetmemek gerekçesiyle Doğu Perinçek’in başkanlığına razı olmak gerektiğini savundular. Sadun Aren’in itirazlarına rağmen, Aybar da onlara katıldı. Ayrıntıları bilmiyorum, Nihat Sargın yaşıyor, bu toplantıda konuşulanları açıklayabilir.*
Özetle, TİP yönetimi, FKF’nin başına Doğu Perinçek ve arkadaşlarının gelmesini önleme olanağını kaybetmişlerdi. Kaldı ki, Doğu Perinçek ve arkadaşları, Milli Demokratik Devrim stratejisini savunmakla birlikte Parti’ye bağlıydılar; Parti disiplinine samimi olarak uyuyorlardı.
Kurultay sonrası basında çıkan haberler de, Perinçek ve arkadaşlarının Milli Demokratik Devrim tezini savunarak, yönetime geldiklerini gösterir. Türk Solu dergisinin Kurultay sonrası sayısındaki haber ve Celal Soycan imzalı köşe yazısı örnek olarak incelenebilir.
Milli Demokratik Devrim stratejisini savunan bir önderliğin FKF’nin başına gelmesi, 1968 Hareketi’nin ideolojik ve örgütsel ortamını oluşmasında belirleyici olmuştur. O zamana kadar Hüseyin Ergün çevresinin oluşturduğu FKF yönetimi, CHP’li ve Kemalist gençlikle çekişme halindeydi, hatta neredeyse cephesini onlara dönmüştü. Doğu Perinçek ve arkadaşlarını yönetime gelmesiyle birlikte FKF, emperyalizme karşı ortak eylem ve cephe siyaseti izlemeye başladı; bunu üzerine ortam birden bire değişti.
1968 eylemlerinde FKF önderliğinin belirleyici rolü
Büyük kitle örgütlerini bir araya getiren Dev-Güç’ün kuruluşu, FKF’de devrimci bir yönetimin göreve gelmesiyle gerçekleşti. Dev-Güç’ün programı incelenmeli ve yayınlanmalıdır. Bu örgütlenmeye sağdan ve “sol”dan yöneltilen saldırıların nedeni o zaman çok iyi anlaşılır.
Dev-Güçbirliği, ilk önemli eylemini Ankara’da 29 Nisan 1968 günü Ankara Zafer Meydanı’nda gerçekleştirdi. Aybar-Aren-Boran yönetimini baltalamasına rağmen, Sosyalist ve Kemalist kuvvetler, omuz omuza vererek, büyük bir kitlesel miting yaptılar. Eyleme, Perinçek’in genel başkanlığındaki FKF önderlik etti. Bu eylem dünya basınında yankılandı, hatta Çin’in yabancı dilde çıkardığı yayın organlarına kadar girdi. Gericilerin saldırısı, ilk kez bu mitingdeki birlik, örgütlenme ve moral sayesinde bozguna uğratıldı. Milli cephe politikası ve eylemci çizgi, geniş gençlik kitlesinde büyük bir sevgiyle karşılandı ve hemen yayıldı. Nisan başındaki ”NATO’ya Hayır Haftası”nı 10 Haziran’da Ankara’da başlayan Demokratik Üniversite işgalleri ve daha sonra 6. Filo’ya karşı protestolar izledi.
*O yıllarda TİP Genel Sekreteri olan N. Sargın, Nisan 2001’de TİP’le ilgili anılarını 2 cilt halinde kitap olarak yayımladı. Sargın 33 yıl sonra yazdığı anılarında o günlerin gerçeklerini, MDD ve D. Perinçek karşıtlığını düşmanlık derecesine çıkarmış bir konumla anlatıyor. Önemli gerçekleri içeren kimi ayrıntıları atlayarak anlattığı anılarında, yine de D. Perinçek’in TİP yönetimine rağmen FKF Genel Başkanı olduğunu itiraf ediyor.
Milli Demokratik Devrim stratejisini savunanlar, FKF’nin başına gelmeselerdi, 1968 baharında yine bazı gençlik hareketleri olabilirdi. Ancak o hareketler, bizim bugün bildiğimiz 1968 Hareketi olmazdı. Çünkü gençliğin birliği sağlanamazdı. Ayrıca gençlik hareketinin halkla birliği sağlanamazdı. Demokratik üniversite işgallerini başlatan Ankara Hukuk ve Dil Tarih Coğrafya Fikir Klüpleri, FKF yönetiminin cephe politikasını en kararlı izleyen örgütlerdi. FKF’nin milli cephe politikası, devrimci gençlik içindeki bölünmeleri ortadan kaldırmış ve çok iyi bir atmosfer yaratmıştı.
68 Hareketi, Milli Demokratik Devrim’i savunan doğru devrimci önderliğin ürünüdür. O devrimci önderlik ise, Türkiye’nin iç dinamiğinin ürünüydü. Denebilir ki, o iç dinamik, sosyalist gençlik hareketinin örgütü olan FKF’yi köklü bir değişikliğe zorladı. Böylece hem sosyalist gençliğin dinamizmini harekete geçirecek örgütsel koşullar oluştu, hem de sosyalist gençler ile Kemalist gençler arasında eylem birliği için gerekli zemin yaratıldı.
Milli Demokratik Devrim-Sosyalist Devrim tartışmasının açtığı ufuk
Milli Demokratik Devrim-Sosyalist Devrim tartışması, Türkiye sosyalist hareketindeki en önemli tartışmadır; son kırk yılın doğru ve yanlış çizgileri en sonunda bu eksenlerde toplanır. Bu ayrılık, ülke gerçeğine dayanmakla gerçeklere kafa tutmak arasındadır. Türkiye’nin milli demokratik devrimini henüz tamamlamadığı bugün daha açık biçimde ortaya çıkmıştır. Türkiye halkının önüne sosyalist devrimi koymak, tarihsel aşamaları bir çırpıda geçmek gibi gerçek dışı bir programı dayattığı için, halk içinde bölücülüğü, eylemsizliği, yalnızlaşmayı ve kaçınılmaz olarak Sovyetler Birliği’nin desteğine bel bağlamayı temsil etmiştir. Devrimi Rusya’nın müdahalesiyle gerçekleştirme teorisi, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ABD emperyalizminin açık taraftarlığına, açıkçası dönekliğe dönüşmüştür. Sosyalist Devrim tezinin serencamı budur.
Milli Demokratik Devrim stratejisi ise, 2000’lerin Türkiyesi’nde, krize İşçi Partisi’nin önderliğinde getirdiği çözümle geniş halk kitlelerinin çözümü olmaktadır. Tartışmayı hayat sonuçlandırmıştır.
1968 eylemleri
1968, maddi gerçeklik olarak neydi? Bugünkü kuşaklar, ne yazık ki 1968 gençliğini tanımıyorlar, 68 diye bildikleri aslında 68 değil, fakat 1971 maceralarıdır. Aydın Çubukçu gibilerinin yayına hazırladıkları “Bizim 68” ve benzeri kitaplar, 68’i değil, 1971 macerasını yansıtıyor.
1968 gerçeği neydi? Rivayetleri ve efsaneleri bırakıp o yılın eylemlerini gazete ve dergi sayfalarında bulabiliriz.
- 29 Nisan 1968: Devrimciler Güçbirliği, Ankara’da, FKF önderliğindeki büyük kitlesel mitingi gerçekleştirdi.
- 14-19 Mayıs 1968: İstanbul FKF’nin başında bulunduğu 17 örgüt, “NATO’ya Hayır” haftası yaptı.
- Haziran 1968: 10 Haziran’dan 25 Hazirana kadar iki hafta süren üniversite işgalleri oldu. Türkiye tarihinin en kitlesel ve en etkili öğrenci eylemlerini içeren Demokratik Üniversite Hareketi, 10 Haziran1968 günü Ankara’da DTCF, Hukuk ve arkasından Fen Fakültelerinin işgaliyle başladı. İki gün sonra, öğrenciler İstanbul Üniversitesi ve Teknik Üniversite’nin hemen bütün fakültelerini işgal ettiler. Ankara’da ilk işgalleri gerçekleştiren DTCF, Hukuk ve Fen Fakülteleri Fikir Klüpleri’nin başkanları, hem FKF ‘nin önde gelen yöneticileriydiler, hem de hazırlıkları yapılan Aydınlık dergisinin kurucuları arasında yer aldılar. İstanbul’daki işgallere ise Deniz Gezmiş’in başında bulunduğu DÖB ve İstanbul Fikir Klüpleri önderlik etti. Haziran Üniversite İşgalleri, 68’in en kitlesel ve en etkili eylemleridir. O iki hafta içinde, gençlik kitlesi CHP denetiminden kurtularak sosyalizm saflarına geçti. Büyük devrimci eylemlerin kitlelerin bilincinde nasıl büyük sıçramalar yarattığına tanık olduk. 1968 Haziranı, Türkiye gençlik hareketinin henüz aşılamamış olan doruğudur.
- Temmuz-Ağustos 1968: Ankara ve İzmir’de 6. Filo’ya karşı protesto eylemleri.
- Kasım 1968: Samsun’dan Ankara’ya “Mustafa Kemal Yürüyüşü”
İşte 68’in maddesini bu eylemler oluşturur.
Ocak 1969’daki FKF 3. Kurultayı ve Yarım ”Milli Demokratik Devrimcilik”
1968 eylemleri, aslında Nisan sonundan Ağustos ayına kadar uzanan üç-dört aylık bir dönemi kapsar.
Bu eylemci dönem, her halk hareketinin yükseliş tecrübelerinde olduğu gibi, aynı zamanda iç mücadeleler dönemidir. Gençliğin kitle hareketi, FKF içindeki TİP yönetimine bağlı grup (Ankara’da Hüseyin Ergün’ler, İstanbul’da Veysi Sarısözen ve Osman Aralot’lar) tarafından sürekli çelmelenmiştir. 29 Nisan mitingini önlemeye çalışmışlardır. Haziran ayındaki Demokratik Üniversite Hareketi’ni engellemişler, başaramayınca içerden baltalamışlardır. Hatta bu ekip, Dolmabahçe’ye inen gençlik hareketinin önüne barikat kurmaya dahi kalkmıştır.
Eylem düzlemindeki bu mücadele, FKF içindeki iktidar mücadelesiyle atbaşı gitmiştir. Doğu Perinçek önderliğindeki yönetimin kurulmasını engelleyemeyenler, bu yönetimi yıkmak için hakim sınıflarla aynı cephede savaşmışlardır. Ayrıntılara girmiyoruz, 8 Temmuz 1968 günü sahneye konan Genel Yönetim Kurulu darbesi bu koşullarda gerçekleşmiştir. TİP yönetimi tek tek gençler üzerinde ağır bir baskı kurmuş, örneğin Behice Boran, Doğu Perinçek başkanlığındaki FKF’nin Genel Sekreteri Ömer Özerturgut’u evine çağırmış, ertelenmiş olan GYK toplantısı Ömer Özerturgut’un gösterdiği zaaf nedeniyle İstanbul’da açılmış ve darbe, İstanbul FKF’nin GYK’daki gücüyle sonuca ulaşmıştır. Sosyalist gençler arasındaki sorunları şiddet kullanarak çözme girişimleri, o sırada bizzat TİP yönetiminden gelmiştir. Bu sürede devrimci gençlik hareketi, bir yandan ABD işbirlikçilerinden gelen baskılarla, bir yandan da TİP yönetiminin temsil ettiği oportünizmle çarpışmıştır. Bu mücadele sırasında, kışkırtılan Kürtçülük dahil, sosyalizme yabancı her türlü oportünist cereyan göğüslenmiştir.
8 Temmuz 1968 darbesiyle kurulan Zülküf Şahin yönetimi, gençliğin yükselen devrimci hareketine karşıydı; ilk aldıkları karar Devrimci Güçbirliği’nden ayrılmak oldu. Gençliğin devrimci eylemine barikat oluşturan bir yönetimin geçici olması kaçınılmazdı. Devrimci gençlik eylemleri, 8 Temmuz’dan sonra FKF merkezine rağmen gerçekleşti. Ankara’da Doğu Perinçek ve arkadaşları yeni bir merkez oluşturarak, gençlik hareketini yönettiler. İstanbul’da da yine Doğu Perinçek ile birlikte hareket eden Deniz Gezmiş ve arkadaşları ve İTÜ’de Hasan Yalçınlar eylemlere önderlik ettiler.
Bu dönemde devrimci gençler içinde, FKF’de devam etme veya yeni bir gençlik örgütü kurma seçenekleri tartışıldı. Doğu Perinçek ve arkadaşları, FKF’de kalarak yönetimi almayı savundular. Atilla Sarp’lar, İstanbul’daki DÖB grubu vb ise, FKF’nin iflah olmayacağı görüşündeydiler.
Ocak 1969’daki FKF 3. Kurultayı’na bu ortam içinde gelindi. Ne var ki, üç-beş ay içinde sosyalist gençlik büyük bir ideolojik dönüşüm yaşamıştı. Artık Sosyalist Devrim stratejisini savunanlar bir avuç kalmıştı. Hatta onlar bile çark etmişler, Milli Demokratik Devrimi içinden vurma taktiğine geçmişlerdi. İstanbul FKF yönetiminin başında bulunan Veysi Sarısözen ve arkadaşları, bütün bu süreç boyunca, sosyalist kültürle bağdaşmayan eski cemiyetçilik manevralarıyla ve ayak oyunlarıyla öne çıkmışlardır. Kaybettiklerini anlayınca 1969 Ocak Kongresi’nde de böyle yaptılar. Doğu Perinçek tarafından kaleme alınmış olan, Milli Demokratik Devrim stratejisini savunan Karar Tasarısını kabul etmek zorunda kaldılar. Ancak bütün manevra yeteneklerini seçimler üzerinde yoğunlaştırdılar. FKF’ye genel başkan olabilecek adayları sildirerek, bu adayların genel yönetim kurulu seçimlerini bir oy farkla kaybetmelerini sağladılar. Hiç akılda olmayan Yusuf Küpeli bu koşullarda, Doğu Perinçek ve arkadaşlarının adayı olarak Genel Başkan oldu.
Yusuf Küpeli, daha sonra dönek olarak kanıtladığı zayıf kişiliği ve yarım Milli Demokratik Devrimciliği nedeniyle TİP yönetimiyle uzlaşmacı bir tavra girdi. Küpeli, Sosyalist Devrim tezini bir gecede terk eden fakat Milli Demokratik Devrimi de anlamayan kesime dayandı. Bu kesim, bir süre sonra THKP/C ve THKO örgütlerinde şekillenecek ve Milli Demokratik Devrimi reddeden foko çizgisine girecektir.
Devrimci Güçbirliği’ne tavır, o dönemde ayrılıkların eksenini oluşturuyordu. Yusuf Küpeli, Milli Demokratik Devrim stratejisini kavramamış kesime dayanarak ve “Sosyalist Devrim” oportünizminin kalıntılarıyla işbirliği yaparak, Dev-Güç’e katılma kararı alınmasını önledi.
Maceracı eğilim bu dönemde başladı. Filistin’e adam yollama gibi aniden boy gösteren çocukluklar ve provokasyonların kucağına sürüklenen “gizli örgüt” toylukları yüzünden, FKF gençliğin kitle eyleminden kopuş sürecine girdi.
FKF, 1968 gençlik hareketine önderliğiyle halkın gözünde meşru bir örgüttü. Bu yasal örgütün başındakiler, yasal kitle hareketiyle yasadışı fokoculuğu birbirine karıştırdılar. Böylece yasal örgüt mevzilerinin kaybedilmesi tehlikesi doğdu. FKF’nin yasak faaliyet olanakları darbe yedi, örgütsel işleyiş zaafa uğradı. 1969 yazında FKF Genel Merkezi’nin kapısının bile doğru dürüst kapanmadığı, örgütün her tür tertibe açık olduğu bir dönem yaşandı.
FKF örgütünü dağıtanlar, TİP’e karşı da yıkıcı bir tutumun içine girdiler. 1969 yılında bütün TİP kongrelerinde kavga çıkardılar. “Oportünizmi şiddet kullanarak bertaraf etme” teorisi, bizzat Yusuf Küpeli-Mahir Çayan ikilisi tarafından açıkça savunuldu. TİP Genel Merkezi, bir takım karanlık adamların kışkırtmasıyla basıldı, daktilolar götürüldü vb. Kışkırtıcılar baş roldeydi. 1970’lerden sonra Sol örgütler arasında ve içinde cinayetlere kadar varacak olan Sol içi şiddetin kökleri oradadır. Ve bu kökler daha derinlere uzatılırsa, SüperNATO’nun güdümündeki istihbarat servislerinin tertiplerine ulaşılır.
Aydınlıkçılar, 1969’dan itibaren TİP içinde, FKF ve Dev-Genç içinde, sosyal demokrat veya CHP’lilere karşı şiddet uygulanmasına karşı çıkmışlardır. Hatta 1970 öncesindeki bölünmenin en önemli nedenlerinden biri budur. Aydınlıkçılar, “Oportünizmi açığa çıkaralım, ideolojik mücadeleyle yıkalım” görüşünü savunmuşlardır.
Kitle hareketi 15-16 Haziran 1970’te doruğuna ulaşmıştı. Bu koşullarda, kitlelerle birleşmeyi esas alan 68 çizgisi ile uç vermeye başlayan 1971 maceracılığı, iç içe ve yan yanaydı. Aydınlık’ın 1970 yılı Eylül ayında yayımlanan “Proleter Devrimci Safları Çelikleştirelim” başlıklı ortak bildirisi, bu çelişmeye devrimci bir müdahale ihtiyacıyla yazılmış ve yazı kurulu üyeleri tarafından tek tek imzalanmıştır. Kıyamet koparıldı. Oysa o bildirinin ne kadar doğru olduğunu, 1971 maceracılığı kanıtlamıştır. O bildiri, cereyan göğüslüyordu. Maceracı eğilim içine girmiş sabırsız gençleri, uyarıyordu. Ne var ki, o sırada pirim toplayan, yanlışların karşısına cesaretle dikilmek değil, yanlışları kışkırtmak idi.
ABD emperyalizmi ve işbirlikçileri, kışkırtma ve tertiplere başvurmak zorundaydı. Çünkü 1969 yılı, gençlik hareketi ile emekçi kitleler arasında bağların örüldüğü yıldı.
68 Hareketi’nin açtığı ufuk: İşçi ve köylü kitlelerine yöneliş
1968 gençlik hareketinin çok önemli bir özelliği, devrimci gençliği işçi ve köylü kitlelerine yöneltmesidir. Devrimci gençler köylere koşuyor, fabrika direnişlerine destek oluyordu. Yükselen halk hareketleri arasında bağlar örülüyor, selamlar gidiyor geliyordu.
İşçi Köylü gazetesinin ilk sayısını, bu atmosfer içinde 1969 yılının 8 Temmuz günü yayınladık. İstikrarlı 50 bin satışıyla, 8 bin abonesiyle, emekçi eylemlerini yönlendiren ve örgütleyen işleviyle Türkiye tarihinin emekçi kitleler için çıkan en etkili yayın organı olmuştur. 15-16 Haziran 1970 işçi hareketinden sonra Sıkıyönetim tarafından yasaklanmasına rağmen, her sayısının 20 bin adedi gizli olarak İstanbul’ sokulmuş ve fabrikalarda elden ele yayılmıştır. Son sayısı 7 Nisan 1971 günü yayımlanmış ve 12 Mart 1971 rejiminin Balyoz Harekatı tarafından kapatılmıştır.
İşçi Köylü gazetesinin bütün sayıları yeniden yayımlanmalıdır. Bu gazete, devrimci gençliğin emekçi kitlelere yönelişindeki direnci ve coşkuyu yansıtır. Sosyalist hareket içinde kitle çizgisi izleyenler ile maceracı eğilim arasındaki ayrılık, İşçi Köylü gazetesine tutumda kendini göstermiştir.
1968 hareketi, emekçi kitlelere yönelişi güçlendiren yönüyle de demokratiktir, halkçıdır. Gençlik, ülkesinin sıradan insanlarıyla birleşiyordu. Aslında sosyalist gençlik içerisinde daha 1968 öncesinde işçilerle, köylülerle birleşme, onlarla birlikte hareket etme eğilimi güçlenmişti. Sosyalist gençlik, CHP’li gençlikten farklı kimliğini “emekçi kitlelerle birleşme” temalarıyla belirginleştiriyordu.
Atalan, Göllüce derken, birdenbire bir köylü hareketi yükseldi o dönemde. Köylüler, TİP’in estirdiği rüzgardan etkilenerek toprak talep ediyorlar, tefecilikten yakınıyorlar ve taban fiyatlarının yükseltilmesin istiyorlardı. İşte öğrenci gençlik bu taleplere sahip çıktı. Ne var ki, TİP yönetimi 1967 sonbaharından itibaren partili gençliğin işçi ve köylü hareketlerine katılmasını önledi. Bardağı taşıran damla, 1967 sonlarında Antalya Elmalı’daki köylü direnişidir. ODTÜ’lü gençler oraya gitmişti. TİP yönetimi “provokasyon olur” kaygısıyla onları geri çağırıyordu. FKF’nin TİP yönetiminden emir alan yöneticileri de, gençliğin emekçi kitlelerle dayanışmasını baltalayan bir tavır içindeydiler. Bu tutumları, büyük tepki yarattı ve yıkılışlarının bir nedeni de buydu.
1968 Hareketi’nin açtığı demokratik yükseliş içinde, tütün üreticilerinde sarımsak üreticilerine kadar çiftçiler harekete geçirildi. Devrimci gençler, işçi direnişlerine katıldı. Üretici eylemlerinin en etkilisi, 1969 Şubat ayında Akhisar’da yapılan tütün mitingiydi. Daha önce Akhisar’da, TİP mitingine saldırı olmuştu. Bu kez yine saldırdılar ancak püskürtüldüler. Ege gazeteleri kocaman manşetlerle verdiler o mitingi. Unutulmayan diğer eylemler, 1969 yazındaki Demir Döküm ve Sungurlar fabrikalarının işgalidir. Aydınlıkçılar, Bora Gözen ve arkadaşları, bütün mücadele boyunca fabrikada işçilerle birlikte olmuşlardır.
Gençlik emekçi kitlelere yönelirken, iki eğilim çıktı
Bir eğilimi Aydınlıkçılar temsil eder. Bu çizgi, “İşçilerle, köylülerle birleşmek için, onların meselelerine sahip çıkalım, onları seferber eden kitle çalışmasında ısrar edelim” diye özetlenebilir.
İkinci eğilim, sabırsızdır. “İşçileri, köylüleri işte gördük, bunları beklersek devrim falan olmaz, onun için biz öncüler olarak ortaya atılalım, onlar daha sonra bizi izleyeceklerdir. Biz oligarşiye indireceğimiz darbelerle, emekçilere düzenin zayıf olduğunu gösterelim” görüşünü savunuyordu. Aslında 1971’deki o adam kaçırma, çocuk kaçırma, banka soyma gibi bireysel terör eylemleri, daha o zamanlar uç vermeye başladı.
Kendisi de hatırlıyor mu acaba, Boyboy Mustafa ile Akhisar Gölmarmara’daki tartışmamızı hiç unutmuyorum. Kafasında romantik işçi ve köylü hâyalleri bulunan idealist gençler, gerçek işçiyle karşılaşınca, gerçek köylüyü görünce hayal kırıklığına uğradı. “Benim kafamda şekillenen, devrimi yapacak kahramanlar bunlar değil” diye düşündü. Sabırsızlık cereyanı böyle ortaya çıktı. Aceleciliği körükleyen ve kullanan darbe örgütlenmesinin kışkırtmaları böyle bir zemin üzerinde etkili oldu.
FKF 4. Kurultayı: Kitle çizgisi ile maceracılık arasındaki bölünme
1970’e doğru maceracı eğilimlerin alıp yürümesi sonucu devrimci gençlik hareketi bölündü, yollar ayrıldı. 1969 sonbaharındaki FKF 4. Kurultayında, bu bölünme su yüzüne çıktı. Bu Kurultay’da FKF, Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu (Dev-Genç) adını aldı. Dev-Genç’in tüzüğünü ve programını hazırlamak üzere Kurultay’da, hatırladığıma göre, benimde aralarında olduğum üç kişilik bir komisyon seçildi. Komisyon, bu görevi bana verdi. Tüzük önerisini hazırladım ve FKF’nin adının Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu diye değiştirilmesini önerdim. Federasyonun kısaltılmış adının Dev-Genç olması da benim görüşümdü. Bu öneriler Kurultay’da kabul edildi.
Kurultay, kitle çizgisini savunanlar ile maceracılığa yönelenler arasındaki mücadeleye sahne oldu. İlginçtir, eskiden Milli Demokratik Devrime karşı çıkanlar, bu kez maceracı eğilimlerin peşine takılmışlardı.
Kurultay’da seçimler öncesi bir uzlaşma oldu. Doğu Perinçek’in önderliğindeki gruptan 5, maceracı eğilimden 4 gencin Merkez yürütmede yer alması üzerinde anlaşıldı. Genel Başkan ise, her iki grubun dışında olan Atilla Sarp olacaktı. Seçim sonuçları bu anlaşmaya uygun gerçekleşti. Ne var ki, bir süre sonra bizim tarafta yer alan bir arkadaş saf değiştirince, yönetimin ağırlığı maceracı takımına geçti. Böyle olması kaçınılmazdı. Çünkü gençlik içinde kuvvetli bir maceracı dalga yükseliyordu. Bu rüzgarı kasıtlı olarak karşı güçler tarafından estirildiği, 1971 sonrasında ortaya çıkmıştır.
1968’i yaratan ve 1968’i batıran ideolojik zeminler
Yukarda anlatıldığı gibi, 1968’in ideolojik biçimlenişinin bir öncesi vardır, bir de sonrası. Öncesi, Milli Demokratik Devrim stratejisinin kabul edilmesidir
Bir de 1968’in sonrası vardır. 1968’in sonrası, 1971’dir. 1971 maceracılığı, 1968’in reddidir. Denebilir ki, 1968 doruğu, 1968 öncesindeki cephe politikalarını reddeden pasifist sekterlik ile 1971 dönemindeki maceracı sekterlik arasında kalmıştır.
Milli Demokratik Devrim ile Sosyalist Devrim stratejileri arasındaki mücadelenin doğru çözümü, 1968 Hareketini yaratmıştır. O doğru çözümden maceracılık yönündeki vazgeçiş ise, 1968’i batırmıştır.
1968’den bir süre sonra, 1969 ortalarından itibaren cephe politikası ile sekterlik arasındaki mücadele biçim değiştirdi. 1968 Hareketi’nin yükseliş koşullarında paldır küldür Milli Demokratik Devrimi kabul eden eski “Sosyalist Devrimciler”, çocuksu sekter tutumlarını, bir başka çocukluk hastalığıyla, bu kez maceracılığa yönelerek sürdürdüler. Rusya tecrübesinden Lenin’in de tanıklık ettiği gibi, ekonomizm bireysel terörizme dönüştü. Her iki eğilim de, kitlelere güvenmiyor; devrimin kitlelere dayanacağını pratikte benimsemiyordu.
1968 Kitle Hareketi ile
1971 “Direniş Ruhu” arasındaki karşıtlık
1968 gerçeğine ters olan maceracılık ve bireysel terör, 1971 sonrası süreçte 1968 imgesine damgasını vurdu. Şöyle de söylenebilir: 1968 gerçeği, daha sonra efsaneye dönüştürülürken, 1971 kılığına büründürüldü.
Her efsane, aynı zamanda bir ideolojik kırılmadır. Gerçekler, efsaneye dönüşürken, yüzen gezen ideolojinin müdahalesine uğrarlar. 68’in başına gelen de budur.
Demek ki, bir 68 gerçeği vardır, bir de 68 efsanesi.
68 efsanesi, 68 gerçeğinin, “1971 Direniş Ruhu” denen ideolojik değerlerle yeniden imal edilmesiyle oluşmuştur.
Oysa 68 gerçeği ile “1971 Direniş Ruhu”, birbirine karşıttır. 68 efsanesi, 68 gerçeğini 71’e göre yeniden üretirken, bir bakıma karşıtına çevirmiştir.
Bu karşıtlık nerededir?
68, gençliğin kitle hareketinin doruğudur; kitleseldir, büyük bir demokratik çıkıştır, gençlik kitlelerini dönüştürmüştür. Bu nedenle 68, Türkiye toplumunun maddesini etkilemiştir; gençlik kitlelerinin özgüveninin eseridir ve büyük umutlar bırakmıştır.
71 ise, kitle hareketinin dibe vurduğu bir sırada, bireysel çıkışlardır.kitlelere güvensizlikten ve karamsarlıktan kaynaklanmıştır; kitlelerden kopuktur; saman alevi gibi parlamış ve sönmüştür. Bu nedenle arkasında umut değil, eziklik bırakmıştır. Ama her bireysel çıkış gibi, 1971 eylemleri de bireysel “kahramanlık” ve trajedilerle efsaneleştirilmiştir.
1971 eylemlerinin arkasında kuşkusuz bir ideoloji vardı. Bu ideoloji, küçük mülk sahiplerinin karamsarlığı ve maceracılığıdır. Bireycidir, isyancıdır,kahramancadır, ama bilimsel değildir; gerçeğe dayanmaz, halk kitleleriyle birleşemez, bu nedenle tarihi gidişi belirleme yeteneğinden yoksundur.
1971 eylemleri
1971’i duygusallıktan uzak olarak değerlendirmek için, 1971 eylemlerini hatırlamak yeter. 1971 Ocak ayından başlayarak, banka soygunları, şoför Mesut Erdinç’in bir evde kazayla bırakılarak ölümüne yol açılması, Mete Has’ın ve Hakan Duman adlı çocuğun fidye için kaçırılmaları, İsrail Konsolosu Efraim Elrom’un öldürülmesi, Sibel Erkan adlı küçük bir kızın rehin tutulması, dört ABD’li askerin kaçırılması, Ünye’deki İngiliz teknisyenlerin kaçırılması, bakkal soygunları vb vb.
Eylemleri alt alta yazmak ve karşılaştırmak, 1968 ile 1971 arasındaki karşıtlığı ortaya koyar. 1968’deki kitleselliğin yerini 1971’de foko eylemleri almıştır; artık kitleler seyircidir. Geniş gençlik kitleleri ve halkın talepleri gitmiş, kendisini “Öncü savaşçılar” olarak tanımlayanları talepleri öne çıkmıştır.
1968’deki emperyalizm ve işbirlikçilerini hedef alan eylemlerin yerini, 1971’de kaçırılan ve rehin alınan çocuklar, soyulan bakkallar, öldürülen şoförler vb alır.
1968 Hareketi, Türkiye’nin devrimci tarihine yaslanıyordu, Mustafa Kemal, o eylemlerin en güçlü tarihsel beslenme kaynağıydı. Bağımsızlık, en büyük amaçtı, yürüyüşlerin en önünde daima ayyıldızlı bayrak dalgalanırdı. İşçi Köylü gazetesinin başlığında Türkiye bayrağı vardı.
Halktan kopuk 1971 maceracılığı ise, 1974 sonrasında Atatürk düşmanlığına vardı, Türkiye’ye yabancılaştı, İstiklal Marşı’na ve Türk bayrağına saygısızlık eylemlerine yöneldi.
Halkın 1968 kitle hareketine ve 1971 bireysel eylemlerine karşı duyguları da çok farklıdır. 1968 Hareketine halk, sıcak ve candan sevgi beslemiştir. 1971 eylemleri ise, başta soğuk duygularla izlenmiş, arkasından nefretle karşılanmıştır.
En önemlisi, 1968 Hareketi, emperyalizme ve işbirlikçilerine darbe indiren bağımsız bir halk hareketiydi. 1971 eylemleri ise, ABD’nin ve CIA’nın Türk Ordusu içindeki binlerce devrimci subayı tasfiye planına ve tertibine alet oldu. 1971 eylemlerinin bu yönü gözlerden ırak tutulur. Oysa bu eylemlerde samimi duygularla yer alan birçok gencin ve subayın, Türk Ordusu’nu hedef alan bir temizlik operasyonuna alet olduğu, bugün bütün kanıtlarıyla ortaya çıkmıştır.
Özetle, 1968 gençlik hareketi, kitleseldi, birleştiriciydi, demokrasi ve bağımsızlık gibi halkın özlemlerini amaçlıyordu, doğru bir eylem çizgisi izliyordu, Türkiye’nin evrimci tarihinden güç alıyordu.. 1971 eylemleri ise, ABD operasyonuna alet oldu ve 1980 öncesinde bireysel terörizmin varacağı yere ulaştı, uyuşturucu batağına saplandı, en sonunda SüperNATO güdümlü halk düşmanı bir karakter kazandı.
Tarihsel tecrübe bir kez daha doğrulandı, devrimci maceracılıkla işe başlayan örgütler,en sonunda karşıdevrimci provokasyon yuvalarına dönüşmüştür. CIA ve SüperNATO, birçok kirli işini artık bu tür örgütlere ihale etmektedir.
68 Paylaşımcıydı
1971’in bireysel kahramanlığı ise paylaşılamaz
İşçi sınıfı devrimcilerinin en önemli değerlerinden biri, paylaşmaktır. Özgürlüğü paylaşmak, mülkiyeti paylaşmak, çalışmayı paylaşmak, üretimi paylaşmak, mutluluğu paylaşmak, acıları birlikte göğüsleyip, sevinçleri paylaşmak. Paylaşmak güzeldir özet olarak.
Kahramanlık ise paylaşılamaz. Kahramanlık kişiye aittir, özeldir, yücedir, kitlelerin üzerindedir ve kitlelere hayranlık dayatır. Çünkü kahramanlık, kabile toplumunun çözüldüğü kahramanlık çağından beri, aslında kitleleri tahakküm altında tutan sınıfın değeridir. Brecht’in “kahramanlara muhtaç” olan toplumlara acıması, biraz da buradan gelir. Çünkü kahramanlık, sürekli olarak kahramanlara, seçkinlere ihtiyacı üretir ve toplumu sınıflı toplumun kısır döngüsüne hapseder.
İlle bir kahramanlıktan söz edeceksek, 68’in gerçek kahramanı geçlik kitleleriydi. 71’de ise, kitle kalmadığı için bireyler, kahramanlık sevdasına kapılarak büyük çıkışlarını yaptılar. Derin bir felsefi ve sınıfsal sorundur bu. Karamsarlık o zaman bir çok arkadaşta bireysel “kahramanlık” üretti.
İdeolojik köksüzlük, güçlü ve disiplinli bir öncü partinin bulunmayışı yüzünden, bu “kahramanlık” sahneye fırladı ve Türkiye tarihini olumsuz yönde etkiledi.
Seçkinlerin ve kahramanların olduğu her yerde, kitleler alta itilir, ezilir. Herkesin seçkinleştiği bir toplumda ise, yöneten-yönetilen çelişmesinin kültürel temelleri çözülmeye başlar. İşte 68, bu açıdan bir ütopya arayışıydı, bağrında geleceğin sınıfsız toplumunun kültürel filizlerinin uç verdiği bir eylemdi.
68, paylaşılabildiği için güzeldi. Gençlerin, bencilliğe ve çıkarcılığa karşı bir başkaldırısıydı. Gençlik, 68 eylemlerinde, toplumla birlikte mutlu olabileceğini duydu; başka insanlar sayesinde var olduğunu hatırladı ve her gününü her saatini emekçilere borçlu olduğunu düşündü.
Türküler de paylaşılır. Sahipleri belli değildir. Bir tarihte birisi yakmıştır o türküyü, yüzyıllar içinde yuvarlana yuvarlana onbinlerce türkücünün katkısıyla artık toplumun olmuştur; artık anonimdir, hepimizin olmuştur.
68 de türkü gibiydi, hepimizindi, paylaşıldı ve gelecek kuşaklara paylaşılabilecek bir miras bıraktı.
Kahramanlıkları, paylaşmayı bilmeyen seçkinlere bırakabiliriz. Ama 68, paylaşanlarındır,gençlik kitlesinindir, bütün halkındır.
Dahası 68, bütün dünyada paylaşıldı. Vietnam’dan Amerika’ya, Çin’deki Büyük Proleter Kültür Devrimi’nden Fransa’daki başkaldırıya kadar yeryüzü ölçeğinde paylaşılan 68’i, Türkiye gençliği de bir dünyalı ruhuyla paylaştı.
Bir tecrübeden kalan teorik miras
Bu yazı niçin yazıldı?
Bir tecrübeyi genç devrimci kuşaklara aktarmak için.
1968 ve 1971 tarihleriyle simgelenen tecrübeler, toplasanız yedi sekiz yılı geçmez. Ama bu yedi sekiz yıl, ardından gelen çeyrek yüzyılın bütün deneyimlerine model olmuştur. 1965-1973 arasındaki çizgi mücadelelerinin doğruları ve yanlışları saptanırsa, sağlam bir teorik ve politik birikim elde edilir. Bu mirası şöyle özetleyebiliriz:
1. Milli Demokratik Devrim stratejisi doğrudur, Sosyalist Devrim stratejisi yanlıştır. Türkiye, Kemalist Devrim’in kazanımlarına rağmen, bugün emperyalist sitemin Ezilen Dünya kutbunda yer alan ve Orta Çağ kalıntılarından arınmamış bir ülkedir; bu nedenle Milli Demokratik Devrim aşamasındadır. Devrim aşamalarını ve emperyalizme karşı milli cephe politikalarını reddeden Sosyalist Devrim stratejisi, kitlelerden kopmaya, halkla birleşemeyeceği için Sovyet sosyal emperyalizmine bel bağlamaya, Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra ise ABD emperyalizminin güdümüne girmeye yol açmıştır.
2. Devrim için güç toplamak ve fırsat kollamak doğrudur; “sürekli bunalım” yanılgısına dayanan “öncü savaş” yanlıştır. Kuvvet toplama süreçleri ile kriz dalgalanmaları birbirinden dikkatle ayrılmalıdır. Kitleleri kendi tecrübeleriyle eğitmek, örgütlemek ve devrime hazırlamak esastır. Kitleler içinde güç toplamayı reddeden, Türkiye’nin sürekli kriz içinde olduğu ve silahlı mücadele koşullarının sürekli varolduğu iddiasından kaynaklanan öncü savaş pratikleri, devrime değil, karşı-devrime hizmet etmiştir. Türkiye ekonomisinin çarkının döndüğü ve ciddi krizlerin yaşanmadığı koşullarda, sürekli kriz uydurmalarıyla silahlı hareketlere girişmenin bedelini bütün bir halk ödemiştir.
3. Haklı zeminde, kuvvet toplayan ve ateşkesler yapan eylem çizgisi doğrudur; kitlelerin onaylamadığı ve katılmadığı bir silahlı eylem çizgisi ve “Kurtuluşa kadar savaş” gevezeliği hayat dışıdır ve yanlıştır. Devrimci eylemin amacı, kahramanlık gösterisinde bulunmak veya ne olursa olsun “kurtuluşa kadar savaşmak” değil; devrim için güç toplamak ve zafer kazanmaktır;iktidar olmaktır. bu nedenle haklı zeminde, faydalı ve molalar vererek ilerleyen bir eylem çizgisi izlemek gerekir. Türkiye solunda yenilgilerin ezikliğinde mutluluk duyan ruh halinin, başarı kazanmayı esas alan bilimsel kurmay kafasıyla değiştirilmesi gerekir.
4. Halk içindeki ve sol içindeki çelişmelerin çözümünde ideolojik mücadeleyi esas almak doğrudur; şiddete başvurmak ise yanlıştır; hatta provokasyondur; düşmana alet olmaktır. 1970’ler, 80’ler ve 90’larda, “Sol” içi olduğu söylenen kavgalarda ve örgüt içi infazlarda kaybedilen devrimci sayısı binlercedir. Bu infazların çoğunda, SüperNATO’nun adamları, devrimcileri öldürtmüştür. Dahası “Sol” maskeli başıbozuk gruplar, uyuşturucu ağının içine çekilmiş ve SüperNATO’nun infaz timlerine dönüşmüşlerdir. Bütün bu halk düşmanı eylemler, “oportünizmi şiddetle yola getirmek” adına yapılmıştır. Oysa doğru devrimci tutum, halk içindeki çelişmeler ile düşmanla aramızdaki çelişmeleri dikkatle ayırmak ve halk içindeki çelişmeleri ideolojik mücadele yoluyla, barışçı yöntemlerle çözmektir.
Haksız kazanç peşinde koşmayalım
Teorik mirası devredelim
Dönekleri bir kenara atıyorum, çünkü onlardan düşmanlık dışı bir şey bekleyemeyeceğimizi sürekli kanıtlamaktadırlar. 1968’in devrimcileri, artık yaşanan deneyleri bir kahramanlık hikayesi gibi anmaya son verip, bilimsel teorik sonuçların altını çizmek zorundadırlar. “Sosyalist Devrim” maskaralığı ve bireysel kahramanlık masalları, hep yanlışlara model olmuştur. Eski kuşaklar, efsanelerin üzerine yatmamalı ve bunların pirimiyle haksız kazanç peşinde koşmayı bırakmalı, genç kuşaklara yaşadıkları tecrübenin teorik mirasını kavratmalıdırlar.
Teorinin anası pratiktir.
1968 ve 1971 pratikleri, mezarbaşı konuşmalarının duygusallığından arındırılıp teori düzeyine çıkarılacak kadar önemlidir.